6 Mart 2012 Salı

Drenomesos Kasabası Sakinlerine;


Belediyemizin aldığı karar gereği 14/8/1896 tarihinden itibaren gün içinde biriktirdiğiniz dışkıların saat 21:00-22:00 arası toprak küplere konulup, ağzı sıkıca kapatılmış şekilde kapı önüne bırakılması gerektiği ilan olunur. Kapı önlerine bıraktığınız küpler saat 22:00’dan itibaren toplanılmaya başlanacak olup küpler boşaltıldıktan sonra yerlerine bırakılacaktır. Sağlık nedenleri ile kapı önlerine bırakılan küplerin daha sonra su ile durulanması ve her ay değiştirilmesi gerekmektedir. Küpler ekiplerimiz çalışanları tarafından işaretlenerek bu durum takip edilecektir. Tüm uyarılarımıza rağmen eski alışkanlıklarını sürdürüp lazımlıkları pencereden dışarı boca edenlerin tespit edilecekleri ve haklarında hukuki takibat başlatılacağı önemle duyurulur. Bu hususta tüm kasaba sakinlerinin gereken önemi göstereceğini umut ediyoruz. Durumu bilgilerinize sunarım. Her şey daha temiz bir Drenomesos için!

Drenomesos Kasabası Belediye Başkan Vekili
Adriano Menneh
*
Yevgeni, posta kutusuna bırakılan bu duyuruyu okuduktan sonra buruşturup şömineye attı. Kendi kendine söylenmeye başladı… İki aydır yanında çalışmakta olan asistanı Nannes, bu hiç konuşmayan adam, işvereninin bu kederli halini gördükten sonra sormadan edemedi, “Hayırdır?” Yaşlı adam hiç konuşmadan odadan çıktı ve yaklaşık on beş dakika kadar sonra, elinde iki tozlanmış dosya ile çıkageldi. Dosyaları masanın üzerine bıraktı, bir eliyle sandalyeyi göstererek, “Otur Nannes, otur… “ dedi. Nannes sandalyeye oturdu. Yevgeni kendine de bir sandalye çekti ve anlatmaya başladı:
 “Yirmi yıl önceydi Nannes, bundan tam yirmi yıl kadar önceydi… Şimdiki belediye başkan vekili Adriano denen gavat o zamanlar fen işleri müdürü, daha yeni belediye olmuşuz… Ben bir kanalizasyon projesi çizdim. şehre gidip projenin finansmanı için de iki tüccar arkadaşım ile konuştum; sağolsunlar yedi yıl vade ile geri ödenmek şartıyla projenin finansmanını üstlenmeyi kabul ettiler. Vardım dayandım belediye binasına, bunlara dedim ki: "Bakın belediye olduk, millet halen bokunu pencereden dışarı boşaltıyor, kokudan sokaklarda yürüyemiyoruz. Ben bir kanalizasyon projesi hazırladım; finansmanı için de iki tüccar arkadaşımla konuştum…" falan fişman diye neyse işte, bunlara bir güzel anlattım hikayeyi. Aboovv… Allah seni inandırsın beni bir dövmedikleri kaldı.Yok tribünlere oynuyormuşum, yok belediye başkanlığında gözüm varmış, yok zaten belediye böyle bir borcun altından kalkamazmış da yok öyleymiş yok böyleymiş… Dar attım dışarı kendimi. Şu atadan kalan konak olmasa bir saniye daha durmazdım bu koduğum yerinde ya, tası tarağı toplayıp göçerdim başka diyarlara… Ama gönlüm elvermedi konağı satmaya, kaldı ki kafa dinlemek için şehirden ayrılmış, yeni yerleşmiştim buraya. Yılmadım. Bir yandan laboratuarda çalışmalarımı sürdürürken diğer yandan da kasaba için yeni projeler ürettim. Gençlerin, çocukların okuldan sonra veya boş zamanlarında eğitim alabilecekleri, kültürel etkilerde bulunabilecekleri, halkın ayda en az bir defa olsun bir oyun izleyebileceği bir kültür merkezi kurulması için birtakım girişimlerde bulundum. Sulama birliği kurulması için çiftçilerle konuştum. Hem bu sırada başka konulardan da bahsettik. Bu Adriano’ların te şurda tepede bir yüz ağaç zeytinliği var; sulama projesi hakkında konuştuğum çiftçilerin anlattıklarına göre, bizim buradan götürdüğü fidanlarla başka bir kasabadaki arazisinde yirmi bin ağaçlık bir zeytinlik kurmuş. Orada ürettiği zeytinleri sonra şehirde toptancılara bizim buranın zeytini diye satıyormuş. Coğrafi nedenlerle ürettiği zeytinler daha ince kabuklu olsalar da ilk bakışta bunu anlamak mümkün değilmiş; ancak zamanla, havuzdan havuza aktarılırken, kolay ezildikleri için cıvıyorlarmış. Drenomesos zeytini daha bir yıl öncesine kadar piyasada en çok aranan zeytin olduğu halde sonraları kimse sormaz olmuş, eski değerini kaybetmiş… Adriano elinde tonlarca zeytin olduğundan bir yağ fabrikası ile anlaşıp durumu kurtarabilmiş; ancak diğer üreticiler mağdur olduklarını ve piyasadaki eski konumlarını konumlarını kaybettiklerinden söz ediyorlardı. Hadi ondan geçtim sonra meğer bu adriano’nun müteahhitliği de varmış, kasabaya yerleştikten iki ay sonra onu da öğrendim. Sağlık ocağı yapılacaktı, işi kendine almış… Götüm gibi de bir proje çizmiş ya… Neyse yaptı etti bitirdi, sağlık ocağını teslim etti. Altı aya kalmadı sıvaları dökülmeye başladı binanın. Rutubetten günden güne eridi, sağlık ocağı kapatıldı. Atanan kadrolar geri çekildi. Bunlar bir yıl içinde olanlar, yanlış anlama. Yirmi yıldır kasabaya musallat gavat. Daha neler neler… Neyse şimdi de diyor ki, dışkılarımızı toprak kaplara koyup kapı önüne bırakacakmışız. Yirmi yıl önce şu kanalizasyon projesini hazırladım. Sene 1896, yirmi yılda ancak kapı kapı dolaşıp bok toplamayı akıl edebildiler. Yook ama ben biliyorum niye, yarın öbür gün bunun vergisini toplayacak. Bir de toprak kap çıkarmışlar. Ayda bir değiştirilecekmiş, takip edilecekmiş. Sen akıl fikir ihsan eyle Yarabbim şu kullarına! İster tenekeye koyarım ister çuvala sanane be adam… Onu da standarta bağlamışlar ki çömlek satacaklar. Nannes, vallahi de bıktım billahi de bıktım bu kurnazlıktan. Yoruldum…”
Nannes, masanın üzerindeki dosyaları göstererek, “Peki, bu dosyalarla anlattıklarınızın ne ilgisi var? Dosyalarda ne var?” diye soracak oldu. Bunun üzerine Yevgeni hışımla dosyalardan birini eline aldığı gibi parçalamaya başladı. “Artık hiçbir önemi yok, hiçbir önemi yok!” diye bağırıyordu. Elinde parçaladığı dosyanın parçaları, şöminenin önünde kendinden geçiyor, kağıt parçalarını şömineye atarken gözlerinden ateş saçan korkunç bir canavara benziyordu. Deli gibi gülmeye başladı. Kahkahaları konağın dışından dahi rahatlıkla duyulabiliyordu. Nannes olan bitene bir anlam verememekle birlikte tedirgin olmuş ve sabırsızlanmaya başlamıştı. Duruma el koyması gerektiğini düşünmeye başladı. Yevgeni iyice zıvanadan çıkmış gibi görünüyordu; gömleğini parçalamaya başlamış, eline duvardan meryem ana ikonasını almış arada sırada meryem anayı öpüyormuş gibi yapıyorken ani bir hareketle ikonaya kafa atıyordu. Çıldırmış olmalıydı. Nannes ürkek bir sesle “Sakin olun, biraz sakin olun.” diyebildi. Ama Yevgeni, bunun üzerine daha da celallendi, “Nasıl sakin olabilirim Nannes? Söylesene nasıl?!” diye bağırarak, sehpanın üzerinden aldığı cam bardağı, avucunda sıkarak kırdı ve kanlı elleriyle Nannes’in yakasına yapışarak tekrar sordu: “Nasıl sakin olabilirim… Nasıl?”
Olamadı da… Başını Nannes’in omzuna dayayıp ağlamaya başladı. Nannes, karşısında salyasümük ağlayan, kanlı elleriyle gömleğini dalağa çevirmiş bu yaşlı adamı sakinleştirmesi gerektiğini fark etmekte gecikmedi. Elini yüzünü yıkaması için lavaboya götürdü. Kafasını musluğun altına sokup saç diplerine masaj yaparak saçlarını sabunlayıp köpürttü, bir güzel yıkadı. Havlulara sardı sarmaladı, kuruladı, alnını kolonya ile ovup serinlemesi için berberlerin yaptığı gibi havluyla yelledi işverenini. Daha sonra da kolundan tutup salona kadar götürdü. Uzanıp kendisini beklemesini, bir-iki dakika içinde döneceğini söyledi. Bu arada mutfağa gidip koca bir maşrapa şarap doldurdu. Odaya vardığında yaşlı adamın çoktan uyumuş olduğunu gördü. Yevgeni’nin uyuması işini kolaylaştırmıştı… Tepsiyi masanın üzerine bıraktı. Ama iki kuruş paraya iki aydır yanında çalıştığı, her dakika sabrını deneyen, her akşam başka bir hikaye ile canını sıkan bu deli adamın ettiklerini yanına bırakmamaya kararlıydı. Bu akşam uydurduğu hikaye artık bardağı taşıran son damla olmuştu. Amcası Adriano hiç de anlattığı gibi biri değildi. Aksine, biraz umursamaz olmakla beraber çok iyi biriydi. Mutfaktan gazyağı bidonunu aldı, çalışma odasından başlayarak Yevgeni’nin kanepede sızdığı salona kadar her yere bir güzel döktü.

*

28 Şubat 2012 Salı

A_____B

Ağızdan çıkanla bitmiyor iş ya da yazdıklarınla. Kelime haznenin genişliği ve anlatabildiğin kadar kelamın. Çoğunlukla yazılanlar söylenenler yetmiyor. Bir şeyler bir yerde duruyor. Kendine mi sakladın yoksa dilin söylemeye mi varmıyor. Bazen o kadar kolay ki anlatmak istediğin. Ama birileri bunu anlamıyor. Bazen iki hece ya da iki kelime her şeyi anlatmaya yetiyor. Ya da sana öyle geliyor. Edebiyat galiba bunun için var. Allah aşkına biri söylesin yazar burada ne demek istiyor. Paragrafta anlatılan yazarsın ne yazık ki yazar da ne demek istediğini bilmiyor.

Net, duru,kesin... değil hiçbir zaman bildiğin hayat matematik sorusu mu? Aradığım cevap A şehrinden B şehrine kaçla gittiğim mi? Ne cevaplar doğru ne sorular... Bu işin doğrusu yanlışı yok. Demem o ki anlatacak çok şey var, sorulacak çok soru... Sonuç bilmem kaç cevapsız çağrı...

Bazen doğru da yanlış da yok. İki ucu çoklu denklem. Olan oluyor, kalan sağlar da bizim. İşte bugün ben de diyeceğimi kelimelere dökemedim. Genelde kelimeler paragraf sonu olarak çıkıyor zaten ağzımdan. Söylenen cümlenin arkası giriş gelişme ile dolu. Benim problemim ne A şehri ne de B. Galiba olan, arada kalan yolda. Ben gidiyorum sen gibi o yolda, insanlara başka benler anlatıyorum sen gibi herkes gibi. Anlaşılmak istiyorum. Konuşuyorum, konuşuyorum, konuşuyorum ağzımı açmadan. Hani filmler vardır. Yönetmen seyirciye bırakmış sonu, varsın o yorumlasın. Zaten bunu sürekli yapıyoruz. Net cevapların bile geçerliliğini sorguluyoruz. Çünkü biz kendimizi biliyoruz. Anlatılmak istenenle yazarın söylediği farklı bunu biliyoruz, bilmemezliğe gelerek hala başka benler anlatıyoruz. Ben mi bileyim yazar ne demek istedi. Kendi bilmiyor ki ben ne bileyim. Anlamak için ancak cümle içinde kullanıyorum. "Ben anlatım gördüm."

Yazar burada ne demek istediğini galiba bilmiyor, sevgiler saygılar...

25 Şubat 2012 Cumartesi

Where is my mind

"Beni hayatımın çok garip bir zamanında tanıdın" Fight Club'dan bir replik (hani son sahnede binalar ve yıkılır arkada "where is my mind" eşlik eder). İçinde olduğunda bilmediğimiz yaşamlar... Sürekli abuk subuk şeyler yapıp takdir bekleriz. Sonrasında ne yaptım ben deriz. Akıl baştan gitmiştir. Delilik belki aradığımız tabir. Belki gerçekten böyle her şey. Hayat akar, biz arada savruluruz ve zaman neyi gerektiriyorsa onu yaşarız. Sürekli bir şeylerden sıkılırız. Yaşam tarzımızdan, işimizden, sosyal şartlardan (olmayan daha çekici). Birden düzenli bir hayat yaşamız gerektiğine, evlenmenin zamanının geldiğine, yaşın ilerlediğine, düzgün bir kariyere inanırız. Artık doğrunun bu olması gerektiğine. Hayatın o garip zamanında kendi deliliklerimizi yaşarız.

Belki yalnızsın, illa yalnız kaldık. Hatta öyle doğduk ve öyle de öleceğiz. Ama iki cinsiyet yaradılışımızın sebebi, bir şeyler eksik. Bir ilişki gerekli. Hatta öyle birileri evlenmek gerekeni. Bir yerden sonra kısa süreler hep aynı. İlişki hep aynı. Kaprisler, yalanlar, beklentiler... özünde aynı. E ne yapmalı uzuuuuun süreli ilişki yaşamalı zaman geldi geçiyor, yaşlanıyoruz falan filan...ya da yalnızlığın alışkanlığı, genel geçer ilişkilerin devamlılığı dur diyene kadar. Neye ihtiyaç varsa o olacak zaten gelen kişi.

Sevgilin var belki, anlık durumun özeti: alıştın, ilk gün değilsiniz. Görüşeceğiniz zaman kalbiniz oynamıyor artık yerinden. Sorun mu? bilmem. Belki değil "olur öyle"dir galiba gereken. Zamanlar geçiyor oluyor öyle. Ama istemeseniz de bir ayrım geliyor sonra: tamam mı devam mı? Bu sorunun yanıtı çoğunlukla aşkla açıklanamıyor işte belirli bir zamandan sonra.

 
Senaryo 1: Tamam dersin ceketi alır ve gidersin. Gittiğinde kalana zordur. Büyük ihtimal aşkından değil ama ego yetmezliğinden can çekişiyordur. Zor olsa da taşın altına elini soktun. Ne oluru bilmeden gittin hatta başka birininde ne olacağını da bilmeden. Ve giderken ya da kalırken arkada, bir tek şey biliyorsun şu an. Artık hayat tek porsiyon, daha türkçesi herşey artık başka bir şey. Korkuyorsun onca zamanın alışkanlığı kalmış gerinde.

Senaryo 2: E devam dedin, gidelim evlenelim hatta. Neden mi dedin? Birkaç düşüncem var senin de olduğu gibi. Düzen bozulmasın, yeni bir hayatın zorluğu, herşeyi baştan yapmaya çalışmak...ya da aşk -kaldıysa hala- bunu en sona yazdım nedeni de sensin tabii ki, sen aşkın için kaldın tabi ki... Züğürdün tesellisi. Ve insan gerçekten adaptasyonu en yüksek canlıdır. Her duruma şarta uyum sağlayabilir. Sen de sağlarsın. Yaşadığına öyle bir inandırırsın ki kendini 3 çocuktan sonra dahi anlamazsın. Arada ayılanlar da olur. Boşanma denilen (malzemeler: 1 adet avukat. 2 adet şahit. 1 adet Tek celselik hakim). Ya da kaçamaklar var, yine taşın altına elini sokmadan devam edilen... Ha pardon bir de aşk var. Al sana güzelce hazırlanmış bir yaşlanma reçetesi.
Demeye çalıştığım... Hep böyle değil belki, aşk da vardır bir yerlerde... illa vardır. Ama inandığım zaman neyi gerektiriyorsa onu yaptığın. Beş yıl önce hayatında olan bu vakit olsaydı yanında; belki de oydu doğru bulduğun kişi. Kaderin işleyişi farklı benim anladığım. Genel olarak su akıyor ve yolunu buluyor. Bizim verdiğimiz dahiyane kararlar değil belki de hayata yön veren. Zamanlama sadece. Doğru zaman ve doğru yer belki de..

18 Ocak 2012 Çarşamba

Daha Daha...

İnsan oğlu çiğ süt emmiş gerçeği ve bizim buradaki yerimiz. Ya da ne kadar emdiğimiz. Her insan farklı sen, ben... başkası. Ortak fizyolojiler ancak farklı çalışan beyinler. Farklılığı yaratan nokta... Karakterler, birikimler, farkındalıklar hepsi o beyin dediğin şeyin farklılığından. Ama hepimizin ortak bir noktası da var... Fizyoloji. Sadece iki kol, iki bacak değil seninle beni benzer yapan. Hissettiklerin ve iç güdülerin. Daha güvenli bir yer, huzur, sevgi falan bunlar sende de bende de var. Hatta fazlası açgözlülük ya da daha uygunu bulalım daha fazlasını isteme. Sen, ben herkes ama herkes daha fazlasını ister. Egosu tatmin olsun ister. Daha büyük bir ev, daha lüks bir hayat daha iyi bir sevgili/eş, daha daha... Ancak bu farkındalığı da egon belirler. Herkes daha fazlasını ister. Kimi dile getirir ister ya da yapar, kimi halini kabullenmeye çalışır. Yaradılışımız böyledir. O yüzden de doğadan farklı ve diğer canlılardan daha ilerideyiz. Hep fazlasını isteriz. Günün güç dengesiyle bu para, kariyer, statü, çekicilik, kabul görme... yüzlerce kelime daha yazılabilir. "Ben, siz gibi değilim elimdekinin kıymetini bilirim ve yetinirim" belki de aklından geçirdiğin... Hayır... sen bunu bilmiyorsun, ben de bilmiyorum. Bunun için yapabileceğinde bir şey yok. Bu bizim hayatta kalma nedenimiz. Daha ileriye gitme, daha fazlasını istememiz. İşte bu yüzden insan düyadaki en başarılı adaptasyona ve yaşama becerisine sahip. Ve sen de biliyorsun, kendine itiraf edemiyorsun ama şu an yaşadığın noktada, sen de daha iyisinin olduğunu biliyorsun. Örnek mi? Peki. Yılbaşında bilet aldın, gittin belki de loto oynadın, fazla paran olsaydı neler yapacağını bile düşündün. Hatta belki de bunu her gün düşünüyorsun... İlişkine geçelim, aşıksın dahası da yok. Ama korkulanı itiraf edemedin hiç. Bir yerde daha iyisi var. Her zaman vardır. Daha güzeli, daha iyi huylusu falan filan. Sen kendini kandırdığın kadar aşıksın. Ve aşkının nedeni ise en yüksek çıtayı o koydu, başına gelenlerin en iyisiydi. Deneyimlerin ya da gördüklerin arasında en uygun adayı o belirledi... Beynin ve sen buna itaat ettiniz. Bir örnek daha verelim... İktisat insan toplumlarında kıt kaynakların yönetimi bilimidir, İktisat'a giriş dakika 1 gol 1, devamı ise söyledir: İnsan ihtiyaçları sonsuzdur. Senin bir sınırın yok ama bir hayatın vardır. Bu sadece maddi anlamdaki ihtiyaçların değildir.

Bir filmde vardı. "Hayatta 2 çeşit insan vardır." diyordu, "Konuşanlar ve yapanlar." Konuşanlar, güvende olmayı seçip yetinmeye çalışanlardır. Fazlasını isteme güdüleri depreştiğinde konuşur ya da çoğu bunu düşünür. Daha iyi bir hayatı mesela. Bir de yapanlar vardır. Bu güdü sen ben gibi onlarda da vardır. Ama onlar yapanlardır. Senin düşündüğünü yapanlar. Hayata karşı risk alanlar. Onların yaptıkları bizi buralara getirendir. Onlar tarihi değiştirendir. Onlar ile aranda fark yok. Onlar senden daha akıllı, daha becerikli yada daha kaşı gözü düzgün değil. Onlar denediler. Ve bir kısmı başardı. İşte sana "ne adamlar ne paralar kazanıyorun ya da Kıza/adama bak, tipe bak" şaşkınlıklarının cevapları... Fazlasını yapmaya kalkmak, baktığında belki mutluluk demek değildir. Büyük ihtimalle de öyledir. Ve birşey yapmaya kalktığında da hayallerin, isteklerin gerçekleşmeyecek. Ama küçük de olsa olma ihtimali var, bu ihtimal hayatını değiştirebilir.

Gaza gelip ayağa kalkma, kalkmazsın gerçi. Doğru olanı sen seç. Benim kelamım bunu yap diye değil. Sadece ufka baktığında Dünyanın sonunun orası olmadığını anlamanı istiyorum.

14 Ocak 2012 Cumartesi

Kop Kop

Evlerimizde gayet manuel olan hela alışkanlığımız, dışarıda bir mekana gidildiğinde otomatiğe döndüğünden sürekli debriyaj arıyoruz. İlk önce basmalı sıvı sabunla tanıştık. Sonra üflemeli kurutucular çıktı. Onlar candı, nal kadar düğme ile bastığında sıcak hava üflüyor ve mutlu yarınlara ilerliyorduk. Sonra bu uygulama musluklara sirayet etti. Lan nooluyor derken alışmaya başladık. Hoş şöyle bir handikapları vardı, bütçeden tasarruf amaçlı yapılan bu uygulamada zaman kısıtlaması vardı genelde. Tam el sabunlu çat su gidiyor. Tam kuruturken çat süre bitiyor. Bu masum ilerleme devamında sensörü getirdi, her şey bir anda değişmişti. Hayatımıza sansür haricinde bir de sensör girmişti. Çoğumuzun sensörle tanışması kapılardan sonra bununla olmuştur. Başta dahiyane görünen bu ilerleme bizi düşündürdü. Cafedeki lavobaya bakıp duruyorduk. Lan olum musluğun kolu yok lan, düğme de yok. Geçici bir aptallaşma sonrası suya kavuşma. Kurutucu, kağıt havluluk, sabunluk, lavabo derken ilerledi. Tasarruf bizi yönetmeye başlamıştı. Sensör ne derse oydu artık, elini çektiğin an herşey bitiyordu. Sonra o geldi: Harekete duyarlı ışık. Hareket etmeyene meme yoktu artık. Biliyorum senin başına da geldi bu. Tuvalette zıplayarak işlem yapamadığından gerekli işlemin ortasında söndü o ışık. Sonra el kol kaldırarak aydınlanma yaşamak istedin. Ama ne yazık ki sayın okuyucu orası umumi bir yer. Ve kapı açılır sensör kurbanı biri daha gelir. Ellerin havada ya da kıçın başın oynarken girmiştir içeri, aynısını belki az sonra kendi yaşayacaktır ama yine de hoş bir görüntü değildir.

Şimdi Artık sensörlü çöp kutuları dahi var. Gittiğim bir cafenin dar tuvaletinde gördüm. Musluk, sabun, kağıt havlu, ışık ve çöp kutusu sensörlüydü. Tek kişilik bir hela düşün, klozet ve lavabo yan yana. Sadece elimi soldan sağa çekmem ile sırasıyla sabun, musluk, kağıt havlu ve çöp tepki veriyor. Çıktığımda robot dansı yapmak istiyordum. Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar. Sevgiler Saygılar...


7 Ocak 2012 Cumartesi

3 kuruşa 5 köfte


İnsanoğlu ve kolaya kaçma hastalığı. Sen ben en iyisiyiz, hepimizin derdi en büyük, her şeyin en iyisi bize layık. "Aynada kendimi görmeliyim ah ben cinayet sebebiyim" egosu. En özgüvensiz insan bile "Ye ulan Hıdır bulup bulacağın budur" u yakıştırmaz. Buraya dikkatinizi celbetmek isterim. Sorum sana sayın okuyucu, fonda "peki peki anladık" çaladursun, ne kadarı gerçek şu an aynaya baktığında. Evet egolarımız ve hayallerimiz bizi farklı kılan. Götünüzün yerini bilin değil deyişim. "Armut piş ağzıma düş" demek isteyişim. Hayatın her yerinde hayallerinin ucunda bile değilsin, herkes gibi. Hayallerini gerçekleştirmek ister misin? Ki bu sorunun genel yanıtı "evet" olacak. Şu an kendin cevapladığın gibi. Peki sayın okuyucu bugün hayallerin için ne yaptın, ya da dün, geçen sene, 10 sene önce. Tamam gaz yok, yarın kalkıp hayallerinin peşinde koşma. Koşmazsın da, ben de koşmam. Bu bir kişisel gelişim yazısı değil. Okuduğunda bambaşka bir adam olmayacaksın. Farkındalık dileğim.

Şimdi hayatı bölelim sınıflayalım kabadan mesela.

1-İş/okul hayatın... Her şey küçükken hayalini kurduğun okula gidememenle başladı. Bugüne kadar kimse astronot olamadı mesela. Ama iyi bölüm lan telkinlerinle para mara kazanırızla okundun senelerce, okuyan da vardır hala hatta... Nooldun mühendis, mimar falan. Mezun oldun, iş beğenmedin. Zaman geçti, çalışalım lan diye bir yere girdin, iyi güzel. Biraz para gördün, neşen de geldi. Belki biraz kenara attın, hatta ufak bir araba bile aldın belki de. İyisin kredin var, kredi kartın ödüyorsun paşa paşa. Sonra...dönüyorum senin için paragraf başına sayın okuyucu, neredesin şu anda, olduk mu astronot?

2-Aşk hayatın... Sen ilk kez lisede aşık oldun deli gibi, herkes gibi silleni de yedin güzelinden. Sonra ilişkiler yaşadın, belki de fazlaca. Ne bir daha mı aşık oldun. O da olur. Belki de peşinde ziyan oldun. Bir de oradan bir sille. Hey mis gibisin işte. Arkadaşlara sordun birilerini ayarlasın diye yaş Kemalle birlikteydi. E evlen bari sayın okuyucu bu saatten sonra kim uğraşacak değil mi? Aşk meşk falan. Oysa seni ne doktorlar ne mühendisler istedi. Hatta sana yakışan Angelina Jolie/Brad Pitt falandı. Allah'tan evlendiler de beklemedin boşuna. Yine paragraf başına döndürme sayın okuyucu. Nasıl durumlar?

3-Sağlık hayatı...pek bir rahatsızlığın yok ama boğazdan biraz kesmen gerek galiba. Spora havuza falan yazılacaksın hatta. Lazım tabii ev yapım baklavalar karnında. Aslında yediklerine de dikkat ediyorsun ama neden oldu böyle sayın okuyucu.


Sen bu hallere düşecek adam mıydın sayın okuyucu. Ama büyük ihtimalle bunların çoğu sende yok zaten salla. Sevgiler Saygılar.