6 Mart 2012 Salı

Drenomesos Kasabası Sakinlerine;


Belediyemizin aldığı karar gereği 14/8/1896 tarihinden itibaren gün içinde biriktirdiğiniz dışkıların saat 21:00-22:00 arası toprak küplere konulup, ağzı sıkıca kapatılmış şekilde kapı önüne bırakılması gerektiği ilan olunur. Kapı önlerine bıraktığınız küpler saat 22:00’dan itibaren toplanılmaya başlanacak olup küpler boşaltıldıktan sonra yerlerine bırakılacaktır. Sağlık nedenleri ile kapı önlerine bırakılan küplerin daha sonra su ile durulanması ve her ay değiştirilmesi gerekmektedir. Küpler ekiplerimiz çalışanları tarafından işaretlenerek bu durum takip edilecektir. Tüm uyarılarımıza rağmen eski alışkanlıklarını sürdürüp lazımlıkları pencereden dışarı boca edenlerin tespit edilecekleri ve haklarında hukuki takibat başlatılacağı önemle duyurulur. Bu hususta tüm kasaba sakinlerinin gereken önemi göstereceğini umut ediyoruz. Durumu bilgilerinize sunarım. Her şey daha temiz bir Drenomesos için!

Drenomesos Kasabası Belediye Başkan Vekili
Adriano Menneh
*
Yevgeni, posta kutusuna bırakılan bu duyuruyu okuduktan sonra buruşturup şömineye attı. Kendi kendine söylenmeye başladı… İki aydır yanında çalışmakta olan asistanı Nannes, bu hiç konuşmayan adam, işvereninin bu kederli halini gördükten sonra sormadan edemedi, “Hayırdır?” Yaşlı adam hiç konuşmadan odadan çıktı ve yaklaşık on beş dakika kadar sonra, elinde iki tozlanmış dosya ile çıkageldi. Dosyaları masanın üzerine bıraktı, bir eliyle sandalyeyi göstererek, “Otur Nannes, otur… “ dedi. Nannes sandalyeye oturdu. Yevgeni kendine de bir sandalye çekti ve anlatmaya başladı:
 “Yirmi yıl önceydi Nannes, bundan tam yirmi yıl kadar önceydi… Şimdiki belediye başkan vekili Adriano denen gavat o zamanlar fen işleri müdürü, daha yeni belediye olmuşuz… Ben bir kanalizasyon projesi çizdim. şehre gidip projenin finansmanı için de iki tüccar arkadaşım ile konuştum; sağolsunlar yedi yıl vade ile geri ödenmek şartıyla projenin finansmanını üstlenmeyi kabul ettiler. Vardım dayandım belediye binasına, bunlara dedim ki: "Bakın belediye olduk, millet halen bokunu pencereden dışarı boşaltıyor, kokudan sokaklarda yürüyemiyoruz. Ben bir kanalizasyon projesi hazırladım; finansmanı için de iki tüccar arkadaşımla konuştum…" falan fişman diye neyse işte, bunlara bir güzel anlattım hikayeyi. Aboovv… Allah seni inandırsın beni bir dövmedikleri kaldı.Yok tribünlere oynuyormuşum, yok belediye başkanlığında gözüm varmış, yok zaten belediye böyle bir borcun altından kalkamazmış da yok öyleymiş yok böyleymiş… Dar attım dışarı kendimi. Şu atadan kalan konak olmasa bir saniye daha durmazdım bu koduğum yerinde ya, tası tarağı toplayıp göçerdim başka diyarlara… Ama gönlüm elvermedi konağı satmaya, kaldı ki kafa dinlemek için şehirden ayrılmış, yeni yerleşmiştim buraya. Yılmadım. Bir yandan laboratuarda çalışmalarımı sürdürürken diğer yandan da kasaba için yeni projeler ürettim. Gençlerin, çocukların okuldan sonra veya boş zamanlarında eğitim alabilecekleri, kültürel etkilerde bulunabilecekleri, halkın ayda en az bir defa olsun bir oyun izleyebileceği bir kültür merkezi kurulması için birtakım girişimlerde bulundum. Sulama birliği kurulması için çiftçilerle konuştum. Hem bu sırada başka konulardan da bahsettik. Bu Adriano’ların te şurda tepede bir yüz ağaç zeytinliği var; sulama projesi hakkında konuştuğum çiftçilerin anlattıklarına göre, bizim buradan götürdüğü fidanlarla başka bir kasabadaki arazisinde yirmi bin ağaçlık bir zeytinlik kurmuş. Orada ürettiği zeytinleri sonra şehirde toptancılara bizim buranın zeytini diye satıyormuş. Coğrafi nedenlerle ürettiği zeytinler daha ince kabuklu olsalar da ilk bakışta bunu anlamak mümkün değilmiş; ancak zamanla, havuzdan havuza aktarılırken, kolay ezildikleri için cıvıyorlarmış. Drenomesos zeytini daha bir yıl öncesine kadar piyasada en çok aranan zeytin olduğu halde sonraları kimse sormaz olmuş, eski değerini kaybetmiş… Adriano elinde tonlarca zeytin olduğundan bir yağ fabrikası ile anlaşıp durumu kurtarabilmiş; ancak diğer üreticiler mağdur olduklarını ve piyasadaki eski konumlarını konumlarını kaybettiklerinden söz ediyorlardı. Hadi ondan geçtim sonra meğer bu adriano’nun müteahhitliği de varmış, kasabaya yerleştikten iki ay sonra onu da öğrendim. Sağlık ocağı yapılacaktı, işi kendine almış… Götüm gibi de bir proje çizmiş ya… Neyse yaptı etti bitirdi, sağlık ocağını teslim etti. Altı aya kalmadı sıvaları dökülmeye başladı binanın. Rutubetten günden güne eridi, sağlık ocağı kapatıldı. Atanan kadrolar geri çekildi. Bunlar bir yıl içinde olanlar, yanlış anlama. Yirmi yıldır kasabaya musallat gavat. Daha neler neler… Neyse şimdi de diyor ki, dışkılarımızı toprak kaplara koyup kapı önüne bırakacakmışız. Yirmi yıl önce şu kanalizasyon projesini hazırladım. Sene 1896, yirmi yılda ancak kapı kapı dolaşıp bok toplamayı akıl edebildiler. Yook ama ben biliyorum niye, yarın öbür gün bunun vergisini toplayacak. Bir de toprak kap çıkarmışlar. Ayda bir değiştirilecekmiş, takip edilecekmiş. Sen akıl fikir ihsan eyle Yarabbim şu kullarına! İster tenekeye koyarım ister çuvala sanane be adam… Onu da standarta bağlamışlar ki çömlek satacaklar. Nannes, vallahi de bıktım billahi de bıktım bu kurnazlıktan. Yoruldum…”
Nannes, masanın üzerindeki dosyaları göstererek, “Peki, bu dosyalarla anlattıklarınızın ne ilgisi var? Dosyalarda ne var?” diye soracak oldu. Bunun üzerine Yevgeni hışımla dosyalardan birini eline aldığı gibi parçalamaya başladı. “Artık hiçbir önemi yok, hiçbir önemi yok!” diye bağırıyordu. Elinde parçaladığı dosyanın parçaları, şöminenin önünde kendinden geçiyor, kağıt parçalarını şömineye atarken gözlerinden ateş saçan korkunç bir canavara benziyordu. Deli gibi gülmeye başladı. Kahkahaları konağın dışından dahi rahatlıkla duyulabiliyordu. Nannes olan bitene bir anlam verememekle birlikte tedirgin olmuş ve sabırsızlanmaya başlamıştı. Duruma el koyması gerektiğini düşünmeye başladı. Yevgeni iyice zıvanadan çıkmış gibi görünüyordu; gömleğini parçalamaya başlamış, eline duvardan meryem ana ikonasını almış arada sırada meryem anayı öpüyormuş gibi yapıyorken ani bir hareketle ikonaya kafa atıyordu. Çıldırmış olmalıydı. Nannes ürkek bir sesle “Sakin olun, biraz sakin olun.” diyebildi. Ama Yevgeni, bunun üzerine daha da celallendi, “Nasıl sakin olabilirim Nannes? Söylesene nasıl?!” diye bağırarak, sehpanın üzerinden aldığı cam bardağı, avucunda sıkarak kırdı ve kanlı elleriyle Nannes’in yakasına yapışarak tekrar sordu: “Nasıl sakin olabilirim… Nasıl?”
Olamadı da… Başını Nannes’in omzuna dayayıp ağlamaya başladı. Nannes, karşısında salyasümük ağlayan, kanlı elleriyle gömleğini dalağa çevirmiş bu yaşlı adamı sakinleştirmesi gerektiğini fark etmekte gecikmedi. Elini yüzünü yıkaması için lavaboya götürdü. Kafasını musluğun altına sokup saç diplerine masaj yaparak saçlarını sabunlayıp köpürttü, bir güzel yıkadı. Havlulara sardı sarmaladı, kuruladı, alnını kolonya ile ovup serinlemesi için berberlerin yaptığı gibi havluyla yelledi işverenini. Daha sonra da kolundan tutup salona kadar götürdü. Uzanıp kendisini beklemesini, bir-iki dakika içinde döneceğini söyledi. Bu arada mutfağa gidip koca bir maşrapa şarap doldurdu. Odaya vardığında yaşlı adamın çoktan uyumuş olduğunu gördü. Yevgeni’nin uyuması işini kolaylaştırmıştı… Tepsiyi masanın üzerine bıraktı. Ama iki kuruş paraya iki aydır yanında çalıştığı, her dakika sabrını deneyen, her akşam başka bir hikaye ile canını sıkan bu deli adamın ettiklerini yanına bırakmamaya kararlıydı. Bu akşam uydurduğu hikaye artık bardağı taşıran son damla olmuştu. Amcası Adriano hiç de anlattığı gibi biri değildi. Aksine, biraz umursamaz olmakla beraber çok iyi biriydi. Mutfaktan gazyağı bidonunu aldı, çalışma odasından başlayarak Yevgeni’nin kanepede sızdığı salona kadar her yere bir güzel döktü.

*